Nesneler üzerinden geçmişe yolculuk

Ümran Avcı – İbn Haldun tarih için, “Her kavim onu kendine göre anlatır ve kendine mal eder” demişti. Cemil Meriç ise “Bir milletin hakiki tarihi edebiyatından anlaşılır” görüşündeydi. “100 Kitap 100 Nesne”, Bediz Yılmaz ve Esin Gülşen tarafından bir ansiklopedi şeklinde derlendi. Ansiklopedi resmi tarihte yer bulamayan ya da eksik olanların, hikâye eliyle okunmasını hedefleniyor. Söz gelişi; “Kamyon”da “Selvi Boylum Al Yazmalım” filmi anımsatılırken “Saat” başlığında ise Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanına dönüyorsunuz. Her bir nesnenin tanıklığında ülke tarihine uzanıyorsunuz…

Kitabın arka kapak yazısında “Bu ansiklopedide anlatının odağına toplumsal hayatın her anını betimleyen, biçimlendiren, anlamlandıran nesneleri koyduk. Onları, geçirdikleri dönüşüm ve taşıdıkları süreklilikler açısından inceleyerek farklı zamanları, mekânları ve olayları çok daha derinlikli bir şekilde anlamaya çalıştık…” yazıyor. Cumhuriyet’in 100’üncü yılında tamamlanarak geçen ay yayımlanan ansiklopedideki bazı başlıklara göz atalım:

Ranza üstünde muhabbet: Can Yücel’in hapishane günlerinden, Adana Cezaevi, 1973. Kaynak: Özgür Yici “Can Yücel’in Son Röportajı” Eskimeyen Kitaplar

Ağaç: Ah kavaklar kavaklar!

Ağaçlar, hayatımızdaki pek çok nesnenin kaynağı ve belki de asırlık Cumhuriyet tarihinin en kalıcı tanıkları. Kimi, cumhuriyetten de yaşlı. Kimbilir kaç kuşak gelip geçmiş önlerinden, kaç insan tatmış yemişlerinden. (…) Ulucanlar Cezaevi avlusundaki kavak ağacı nice mahpusluklara, darbelere, idamlara tanıklık etmiştir. Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan ve Erdal Eren’in de aralarında olduğu 18 kişinin idam edildiği darağacına bakan kavak ağacı, hâlâ aynı yerde salınıp durur. 2011 yılında müzeye dönüştürülen cezaevinde, müze ziyaretçileri en son kavak ağacının yanından geçerek çıkarlar.

Bavul: Bir göçmenin dönüş umudu

Yolculukta içine eşya konan büyük çanta, valiz. (…) Bagajın altın çağı, 19. YY’da seyahatin bir statü sembolü hâline gelmesiyle başladı. Seyahat edebilecek kadar zengin olanlar kendilerine ahşaptan yapılma ağır sandıklar satın aldı. Bir sandıktan daha hafif ama yine de hacimli olan ilk bavullar, ahşap veya çelik bir çerçeve üzerine gerilmiş deri veya hasırdan yapılıyorlardı. Sosyal medyada, 1970’lerde Almanya’da yaşayan birinci nesil işçi ailelerinin yaşamlarını belgeleyen DiasporaTürk hesabından aktarılan bir fotoğrafın altındaki şu ifade bu ruh hâlini çok doğru bir şekilde özetler: “Bavul bir göçmenin geri dönüş umududur. Onu yatağın altına ya da bir depoya koymayız. Hep gözümüzün önünde olur ki umudumuzu canlı tutsun.”

Radyo: Darbe anonsları

Özden Cankaya, ilk radyo yayınının, 19 Mart 1923’te yapıldığını Tevhid-i Efkar gazetesindeki 20 Mart 1923 tarihli haberle tespit eder. Radyonun siyasi tarihte ve kolektif bellekte bıraktığı izlerin tümünün radyo tiyatroları gibi iyicil olmadığı ve dinleyicisini uzun sessizliklere gömmeyi arzulayan tok seslerin radyo aracılığıyla evlere yayıldığı da anılmalıdır. Darbelerdeki unutulmaz muhtıra yayınları, ülke sathına radyo frekansları aracılığıyla yayılmış, radyo alıcıları aracılığıyla yurttaşa ulaşmıştır.

Kemal Sunal’ın oynadığı Namuslu (1984) filminden bir sahne: Vezne önünde “namuslu mutemetin” sefertası.

Ranza: Yastığım, ranzam, zincirim…

Ranza, mekândan tasarruf etmek üzere icat edilmiş bir nesne. Büyük ihtiyaçları kısıtlı kaynaklarla karşılamanın bir aracı, yokluğun bir icadı. Yatılı okulda öğrenci, yurtta yetim, kışlada er… Zenginlik yukarı çıkarken ranzaların da yükselmeye devam ettiği bir dönem 1950’ler. Memleketin tarihi en çok mahpushane ranzalarında tekerrür etmiş. Kader mahkûmu olan ‘sıradan suçlular’ kadar, memleketin siyasi kaderinin mahkûm ettiği yazarlar, gazeteciler, şairler, akademisyenler, öğrenciler, siyasetçiler de sırayla baş koyuyorlar ranzalara.

Selçuk Önal tarafından yapılmış gripin afişi, 1954. Kaynak: Milli Kütüphane, Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu

Gripin: Her derde deva

İlk üretimi 1933 yılında yapılmış olan gripin, Türkiye’de uzun yıllar yaygın olarak kullanılmıştır. ‘Her derde deva’ diye başlayan bir cümlenin sonuna ne geleceğini sorsak, 40 yaşın üstünde olan hemen herkesin ‘Gripin’ cevabını vereceğine şüphe yok. Mucidi, eczacı Necip Akar olan ve üretimine 1931’de başlanıp hâlâ piyasada olan, Türk yapımı ilk ağrı kesici ve ateş düşürücü Gripin’in etkin maddesi parasetamoldü.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir